Mustafa ÖNDER
Kelime olarak cami, toplayan, bir araya getiren, mescid ise secde edilen yer anlamındadır. Kur’an-ı Ke-rim’de ve hadis-i şeriflerde daha ziyade mescit ismi kullanılmıştır. (Bakara, 114; Hac, 40; Tevbe 9-18-107-108;Kehf, 2l; İsra, 1; Cin,18) Kur’an-ı Kerim’de ”içinde Allah’a ibadet edilen yer” ortak paydası ile manastır, kilise, havra ve mescidlerin dokunul-mazlıklarından bahsedilmektedir. (Hac, 40) Hicretle birlikte Peygamberimizin ilk icraatlarından birisi mescit inşa etmek ve burada inananları eğitmek olmuştur. Mescid-i Nebevi’nin avlusundaki suffa ve buranın müdavimleri, günümüzün yatılı okul uygulamasını hatırlatmaktadır. İnananların dinî ve sosyal hayatlarında önemli bir yeri olan cami-mescitleri inşa etmek, temizlemek, ibadetleri oralarda yapmak teşvik edilmiştir.
Tevbe sûresinde “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tevbe, 18) buyurulmaktadır. Hadis-i şeriflerde de mescit ve camilerle ilgili güzel müjdelere rastlamak mümkündür. Onlardan birkaçı şöyledir: “Her kim Allah rızasını kastederek (büyük-küçük) bir mescid bina ederse Allah Teâlâ da cennette onun gibi bir ev bina eder.” (Tecrid-i Sarih, 2/393) ”Ben yeryüzü halkına azap etmeyi murat ettiğimde, mescitleri inşa, tamir, tanzif ve tenvir edenleri, benim rızam için birbirlerini sevenleri ve seher vakitlerinde istiğfar edenleri görünce onlara azab etmekten vazgeçerim.” (Kudsi Hadis, İlâhiHadisler, s. 28) Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir hadiste de mescidin temizliğini yapan zenci birisinin ölümüne Peygamberimizin üzüldüğü, kabrinde dua ettiği ve “Ben onu cennette mescid kırıntılarını toplar gördüm” buyurduğu belirtilmektedir. (Tec-rid-i Sarih, 2/400, Riyazü’s-Salihin 1/298)
Yaygın eğitimin en önemli merkezlerinden birisi, hiç kuşkusuz camilerdir. Her ne kadar camiler ibadet, dinî törenler ve diğer sosyal faaliyetlerin yapıldığı yerler (DİA, c.7, s. 49 vd.) olarak bilinirse de, buraların asıl fonksiyonu asr-ı saadetten bu tarafa daima eğitim ağırlıklı olmuştur. (Cemal Tosun, ”Yetişkin Din Eğitiminin Önemli Merkezi Cami” Diyanet Aylık Dergi, s.148, Nisan- 2003, s.38, 39; Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Anka-ra 1995, s.143 vd., Ayrıca Bkz.: Fahri Kayadibi, Yaygın Din Eğitimin-de Cami ve Görevlileri, Ankara 2000, s. 35)
Cuma ve Bayram vaazları, hutbeler, cami dersleri, yaz Kur’an kursları vb. faaliyetler, din görevlileri ve cemaatin camilerde geçirdiği süreler (Ahmet Onay; ”Cami Eksenli Din Hizmetleri” Diyanet Ay-lık Dergi, S. l48) ve yaklaşık 20 milyon insanımızın bu faaliyetlere katılması, (M.S. Yazıcıoğlu, ”Cumhuriyetin 75. Yılında Din Eğitimi ve Geleceğimiz” Din Eğitimi Sempozyomu Bildirileri ,Ankara 1999, s. 398) camilerin eğitim ağırlıklı fonksiyonunun günümüzde de devam ettiğini göstermektedir. Yapacağımız en ciddi çalışmanın; muhtevayı doğru bilgi, doğru metod ve doğru uygulayıcılarla doldurmak olduğu aşikârdır.
1 Mart 1922’de TBMM açılış konuşmasında Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyor: “Efendiler! Camilerin mukaddes minberleri, halkın ruhanî, ahlâkî gıdalarına en feyyaz menbalardır. Binaenaleyh camilerin ve mescitlerin minberlerinden halkı tenvir ve irşad edecek kıymetli hutbelerin muhteviyatına halkça ittilâ imkânlarını temin, Şer’iyye Vekâleti celilesinin mühim bir vazifesidir. Minberlerden halkın anlayabileceği Iisanla, ruh ve dimağa hitap olunmakla ehl-i İslâm’ın vücudu canlanır, dimağı saflanır, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran huteba-i kiramın haiz olmaları Iazım gelen evsaf-ı ilmiye, Iiyakât-ı mahsusa ve ahvâl-i âleme vukuf haiz-i ehemmiyettir. Bütün vaiz ve hatiplerin bu ümniyeye hadim olacak surette yetiştirilmesine Şer’iyye Vekâleti’nin sarf-ı mukderet edeceğini ümit ederim.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1997, s.246-247)
Sayıları 70 binleri bulan camilerimizin toplum psikolojisi açısından da önemli rolleri vardır. Günlük yaşamın karmaşası içinde bunalan, sıkılan, strese giren insanımız için camiler, bir dinlenme, rahatlama ve arınma merkezidir. Aslında camiye gelen kişiler bizim ve Allah’ın misafirleridir. Misafire ikram gerekir. Cemaate yapılacak en güzel ikram da; iyiyi, doğruyu, güzeli anlatmak, müjdelemek, kalpleri yumuşatmak, ümitlendirmek, kötülüklerin terk edilmesine yardımcı olmaktır. Kültürümüzün önemli bir ayağını camiler oluşturur. İstanbul başta olmak üzere, şehirlerimizin çoğu camileriyle hatırlanır, çizilen bütün resimlerde köyümüzün, kasabamızın camisi temel unsurdur.
Lozan görüşmeleri devam ederken Yunan heyeti Edirne’nin kendilerine verilmesinde ısrarcı olur, bunun üzerine İngiliz heyeti onlara şu tarihî gerçeği hatırlatır: “Edirne’yi size verelim ama Selimiye’yi ne yapacağız? Selimiye, orasının Türklere ait olduğunun delilidir.” Alman J. Dankleff, hayran kaldığı Sultanahmet Camii için yazdığı şiirde duygularını şöyle dile getiriyor:
Gönül, size sonsuz ömürler diler,
Siz İstanbul’daki zengin camiler.
Hayalimdesiniz, muhterem, ulu,
Kubbelerinizin gümüşü, nuru,
Daima var olsun, hiç eksilmesin,
Zaman bu haşmetten bir şey silmesin. (Hisar Dergisi, Haziran 1977, S .162 Çev: Nesrin Moralı)
Yeryüzünde bugüne kadar yüz binlerce cami inşa edilmiştir ama, camilerin en güzelini Türkler yapmışlardır. “Çadır kurduğum bir yere bir mescit inşa etmezsem Allah’tan utanırım” diyen Sultan Tuğrul’dan bu yana cami yapımını bir “sanat” hâline getirmek, Divriği’de taşı hamur gibi yoğurmak, Sultanahmet’te, Selimiye’de kusursuz minare ve kubbeler dikmek, akıl sınırlarını zorlayan, çini, hat ve vitray örneklerini sunmak bize nasip olmuştur. Behçet Kemal Çağlar “Malazgirt Destanı” isimli şiirinde bu özelliklerimize dikkat çekiyor:
Sanma, Türkmen sade cenkçi, akıncı,
Sanma, sade kullandığı kılıncı,
İnce hünerlerde ustadır eli,
Bilir kullanmayı yayı, pergeli,
Sanma, demir gibi bükülmez katı,
İpekten incedir onun sanatı. (Behçet Kemal Çağlar, Malazgirt Zaferinden İstanbul’un Fethine, İstanbul, 1971, s.12)
Bütün bunlar, camiyi inşa ederken cemaati de inşa etmeyi elbette unutturmamıştır. İstanbul’da Eyüp semtindeki Defterdar Camii 1541 yılında Hattat Nazlı Mehmet Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Mehmet Çelebi sanatkâr biridir ve minarenin tepesine hilâl yerine bir hokka ile kalem koydurur, (Sunay Akın, Milliyet Kültür-Sanat,2.6.2000, s. 17) bu uygulamanın günümüzdeki anlamı şudur; camideki görevliler ile cemaatin, bir elinde bilgisayar, bir elinde Kur’an olmalıdır. Din, bilimle birlikte yol almalı, onun öğretilerinin teknoloji çağında karşılığı bulunmalıdır. Bu da büyük ölçüde Kur’an’ı doğru anlamak ve yorumlamakla, aklı kullanmakla mümkündür. Biz bu inceliği ve anlayışı 450 yıl önce yakalamışız. Cami sayı-mızın arttığı şu günlerde (Türkiye’de 2002 yılı itibariyle toplam 75.369 cami vardır. Bkz. DİB, 2001 Yılı İstatistikleri, Ankara,2001, s. 107) aynı anlayışla eğitim ağırlıklı cami hizmeti önem kazanmıştır. Yazımızı Arif Nihat Asya’nın dua niteliğinde bir şiiriyle bitirelim:
Biz kısık sesleriz… Minareleri,
Sen ezansız bırakma Allah’ım!
Mahyasızdır minareler… Göğü de,
Kehkeşansız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah’ım!
Yarının yollarında, yılları da,
Ramazansız bırakma Allah’ım!
Bizi, Sen sevgisiz, susuz, havasız,
Ve vatansız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah’ım!
Bu makale; (Diyanet Aylık Dergi, Ekim-2004, Sayı: 166, s.50-52,
Diyanet Avrupa Dergisi, Ekim 2004, Sayı: 66, s. 29-31.) de yayınlanmıştır.