TÜRKLERDE MİLLİ DEĞERLERİN İÇSELLEŞTİRİLMESİ

İlk defa 1918 yılında Znaniecki tarafından sosyal bilimler alanına kazandırılan değer

kelimesi “değmek” kökünden “bir şeye karşılık olma” anlamında kullanılmaktadır. Sözlük

anlamı ise, bir şeyin tam karşılığı, kıymeti, sahip olduğu yüksek vasıf demektir. Değer

kavramı, kıymetli ve güçlü olmak anlamına gelen Latince “valere” kökünden türemiştir

(Keskin, 2014:105). Değer nedir? sorusu ilk çağlardan itibaren felsefenin konularından

birisi olmuştur. Filozoflar bu soruya cevap aramışlardır. Felsefenin bir dalı olan “aksiyoloji”

değerlerle ilgilenen bir alan olup, insanın yapıp etmelerini, bu davranışların sebeplerini,

ilkeleri ve değerleri araştıran bir alandır. Değerlerin var olup olmadıkları, var iseler ne tür

varlığa sahip oldukları, yapıları, nesnel veya öznel oldukları, kaynakları ve bir değeri değer

yapan şeyin ne olduğu aksiyoloji’nin alanına girmektedir. Bu nedenle aksiyoloji’ye “değer

felsefesi” de denilmektedir (Yılmaz, 2008:45)

Değer kavramının tam olarak neleri içerdiği konusunda bilim adamları arasında henüz

bir ittifak sağlanmış değildir (Yılmaz, 2008:44). Değer kavramının çok farklı disiplinlere

girmiş olması tanımını güçleştiren sebeplerden biridir. Her bilim dalı değer kavramını kendini

ilgilendiren boyutu ile ele almış, ilgilendirmeyen kısımlarını göz ardı etmiştir. Bu durum

da değer kavramının neleri içereceği konusunda tartışmalara yol açmıştır. Sosyal bilimler

açısından değer’leri önemli kılan husus, insan davranışlarını ele alması ve yorumlamasıdır.

Değerlerin genelleştirilmiş doğaları nedeniyle, aynı değerlere sahip kişiler arasında dahi

değeri oluşturan özgül normlar üzerinde ortak bir anlamlandırma mümkün olmayabilir.

Sosyal değerler mutlak değildir, bundan dolayı her zaman kişilerin ulaşabileceklerinden

daha yukarıdadırlar. Diğer bir ifade ile davranış ile değer arasındaki açıklık hiçbir zaman

tümüyle kapanmaz (Ulusoy-Dilmaç, 2012:5,6,13).

Değer tanımlarında daha çok, inançlar, eğilimler, normatif standartlar ve amaçlara

vurgu yapılmaktadır. Güngör’e göre değer; “bir şeyin arzu edilebilir veya edilemez olduğu

hakkındaki inançtır” (Ulusoy-Dilmaç, 2012:6). Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan

soyut ölçü, değdiği karşılık, kıymet, yüksek ve yararlı niteliktir şeklinde de tarif etmek

mümkündür (Ulusoy-Dilmaç, 2012:13).

Değerler bir toplumun tüm kesimlerini etkiler. Değerleri dikkate almayan bir eğitim

sistemi de “milli” olamaz. Değerlerin korunması, geliştirilmesi ve üretilmesinde en etkili

yol eğitimdir. Bu eğitimi şekillendiren ise aile, okul ve toplumdur. Milletin değer ve örfüne

duyarsız kalan bir eğitim sistemi, temelleri sağlam oluşturulmamış, sürekli taklit, nakil ve

reform bahanelerine sığınan bir sistemdir. Bu bahaneler ise aslında açık bir sistem olan ve

kendi kendini düzeltebilecek bir yapıya sahip olan eğitime dışarıdan müdahale sonucunu

doğurmaktadır.

Arzu edilebilen maddi, ,sosyal, ekonomik, sanatsal her şey bir değerdir. Değerler

daima bir arzunun ifadesi, arzu edenin duyarlılığını gösteren dinamikliği ihtiva eder. Eğer

bir nesneye karşı bizde bir arzu yoksa onun bizim için bir değeri de yoktur demektir. Fakat

dinamikliği sebebiyle değer kavramı daima pratik bir önem taşır. Değerler bu açıdan iradenin

ve eylemin tecrübesine bağlı olarak bir anlam kazanır (Bolay, 1996:117). Kalıcı olan ve

toplumun her kesimi tarafından benimsenen değerleri insanın kendisi oluşturabilir mi? Eğer

insan değişken olmasa ve sonlu olmasaydı bu mümkün olabilirdi. Ama insan, psikolojisi, ruh

yapısı itibarı ile çok değişken; maddi yapısı itibarı ile ölümlü yani geçicidir. Bu durumdaki

insanın kalıcı değerler yaratması mümkün değildir. Zaman ve mekân üstü olmayan bir

varlığın, kalıcı ve zaman üstü değerler yaratması mümkün değildir. İnsan mutlak varlık

değildir bu yüzden mutlak değer yaratamaz. Ürettiği değerler kalıcı tatmin de sağlamaz.

Değişmeyen değerlerin kaynağı değişmeyen mutlak varlıktır. Değerlerin kalıcılığı

biraz da verdiği doyuma ve huzura bağlıdır. İnsan eğitimin hem öznesi, hem de nesnesidir.

Eğitilmek için başkalarına muhtaçtır. Bir insanın kendini eğitmesi için kendine, özüne

87

 

dönmesi gerekir (Bolay , 1996:117,118). Değerler insanın tarih ve kültür varlığı olarak

kendini gerçekleştirmesi ve ne olduğunu bilip, soruşturması açısından da büyük önem taşır.

Değerlerin hem bilme hem de eylem bakımından insanın varoluş temeli olduğu söylenebilir.

Nesneleri değerli kılan, onlara değer yükleyen sadece insandır (Ulusoy-Dilmaç, 2012:16).

Eflatun ve Aristo gibi filozoflar erken çocukluk eğitiminde din ve ahlak eğitimini

çok önemsemezler. Buna karşın Farabi ve İbn-i Sina gibi Türk-İslam filozofları din ve ahlak

eğitimini erken çocukluk döneminde vazgeçilmez kabul ederler (Akyüz, 2013:6,7; Önder,

2015:72-80). Eğitimin amacı mutluluğu bulmak ve bireyi topluma yararlı hale getirmektir

diyen Farabi; öğretimi teorik bilgiler, eğitimi ise uygulama olarak tanımlar. Demonstrasyon

(göstererek öğretme) ve ikna yöntemlerinin kurucusudur. Ona göre iyi bir öğretmen,

ahlaklı, iyi karakterli, gönüllü ve alanında uzmanlaşmış olmalıdır. Öğrenci ise kavramların

anlamını bilmeli, kavradığı ve anladığının varlığını kabullenmeli ve bunları anlatabilmelidir.

Psikanalist yöntemin kurucusu olarak bilinen İbn-i Sina, çocuğun ilk eğitiminin ahlaki

ağırlıklı olması gerektiğini belirtir. Modern eğitim kuramlarının ortak görüşü olan “çocuk

oyunla öğrenir” tezini İbn-i Sina yaklaşık bin yıl önce ortaya koymuş ve 14 yaşına kadar

çocuğun mutlaka oyun oynaması gerektiğini vurgulamıştır. Eğitimi yaş guruplarına göre

ilk defa kategorize eden İbn-i Sina, eğitim yöntemlerini bizzat uygulamış ve ayrıntıları ile

açıklamıştır. Çocuğu ahlaki ve ruhsal yönden etkileyecek şiddetli olaylardan korumak gerekir

diyen İbn-i Sina; davranış ve zevk gelişimi için çocuğa müzik dinletilmesi gerektiğini de

söyler. Çocuğun eğitiminde görev alacak kişilerin de örnek davranışlar sergileyen, öğrenciyi

seven, ödüllendiren ve cesaretlendiren özelliklerde olması gerektiğini ileri sürer (Akyüz,

2013:28,29).

Değerler bilgi, duygu ve davranışların bir terkibi olduğu için, sadece bilgi boyutunda

kalan bir değerin hayata geçirilmesi mümkün görünmemektedir. Kültürün önemli

bileşenlerinden biri de değerlerdir. Değerler üretildikleri kültür ve toplumları şekillendiren

unsurlardır. Benimsenmiş olan değerler gelecek kuşaklara eğitim yolu ile aktarılmakta,

gelecek kuşaklar aktarılan bu değerlerle toplumsal ve bireysel ruhu oluşturmaktadır. Kişilerin

sosyalleşmesinde değerlerin önemli bir yeri vardır (Yılmaz, 2008:44).

Türklerde Milli Değerler ve Öğretimi

İlk Türklerden bugüne kadar değer öğretimi hem yazılı hem de sözlü olarak devam

etmiştir. Ancak Türklerde sözlü değer eğitiminden ziyade uygulamalı ve rol model davranışlar

sergileyerek değer öğretme öne çıkmıştır. Bu yöntem daha etkili ve kalıcı olmuştur. Hunlar,

Göktürkler ve Uygurlarda değerlerin öğretimi daha ziyade yaşanan hayatın içerisinde rol

model davranışlarla gerçekleşmiştir. Türklerde eğitimin temeli “töre” ye dayalıdır. Doğum,

ad koyma günleri törenler yapılırdı. Türklerin ilk yazılı eğitim belgeleri olan Orhun

Yazıtlarında yeni neslin eğitimi için dikkat çekici ifadeler vardır. “Çin milletinin sözü tatlı,

ipek kumaşı yumuşaktır. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatır….Çin milleti hilekar ve

sahtekar olduğu için küçük kardeş ile büyük kardeşi birbirine düşürür, ilini elden çıkarır”

(Ergin, 1975: 8-11).Uygurlarda yerleşik hayata geçiş ve din değişikliği örgün eğitimin

kurumsallaşmasına, Konfüçyüs öğretilerinin eğitimde ağırlık kazanmasına yol açmıştı

(Tekinoğlu, 2015; Roux, 2007). Türkler Müslüman olduktan sonra İslami değerlerin eğitimi

şekillendirdiğini görüyoruz. Karahanlılar döneminde önemli eserler kaleme alınmıştır.

Kaşgarlı Mahmut Divan-ı Lugati-t Türk, Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig, Ahmet Yesevi

Divan-ı Hikmet, Edip Ahmet YüknekiAtabetü-l Hakayık isimli eserlerini bu dönemde

yazmışlardır. Bu eserler ahlaki, dini, siyasi ve genel kültür içerikli temel eserlerdir ve eğitim

açısından son derece önemlidirler.

Sonraki dönemlerde Biruni, Farabi ve İbn-i Sina’yı görüyoruz. Bu üç Türk-İslam alimi tarihte

ilk defa eğitimi müstakil bir disiplin olarak kabul edip hakkında eserler yazmışlardır. Eğitime

geniş yer ayıran bu üç bilgin, batılı eğitimcilerden yüzyıllar önce yaş guruplarına göre eğitimi,

yöntemlerini, çocuk ve yetişkin eğitimini sistemleştirmişlerdir (Önder, 2014:61-81; Arslan,

88

 

1990:69-73). Selçuklular döneminde Nizamiye Medreseleri ve Ahi Teşkilatı yaygın ve örgün

eğitim kurumları olarak çok başarılı olmuşlar, dünya çapında şahsiyetler yetiştirmişlerdir.

Vezir Nizamü-l Mülk’ünSiyasetnâme si (Köymen, 1990), MevlanaCelaleddin’nin özellikle

Mesnevi si, Hacı Bektâş-ı Veli’nin MakalâtveNesâyih i, Yunus Emre’nin Risaletü-n Nushiyye

ve Divân’ı, Nasreddin Hoca’nın fıkraları Türk eğitim tarihinin başyapıtlarıdır. Günümüzde de

bu özelliklerini devam ettirmektedirler. Osmanlı döneminde bilhassa Fatih ve Süleymaniye

Medreseleri, Enderun Mektebi, Lonca Teşkilatı eğitim açısından başarılı olmuş kurumlardır.

Ancak gelişime ayak uyduramama, her konuya dini açıdan bakma, rüşvet, torpil, pozitif

ilimlerin kaldırılması gibi sebeplerle bu kurumlar çağın gerisinde kalmışlar ve önemlerini

kaybetmişlerdir (Akyüz, 2013:65,67,94). Osmanlı döneminde de dikkate değer bilginler

ve eserleri vardır. Kınalızâde Ali’nin Ahlâk-ı Alâi si, Yazıcıoğlu Kardeşlerin Ahmediye,

Muhammediye, Envârü-l Aşıkîn ı, Hacı Bayram-ı Veli’nin Fevâid’i bunlardan bazılarıdır

(Akyüz, 2013:119-135). Cumhuriyet döneminde de milli şuuru, töreyi öğretmeyi amaçlayan

çok önemli eserler yazılmıştır. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ahmet Cevat Emre vb. nin bu

kitapları özümsenerek okutulmalıdır. Türklük şuurunu öne çıkaran bölümler seçilerek yeni

nesillere aktarılmalıdır.

Kültür aktarımı sadece dini değerlerle yapılamaz, töre ve milli değerlerle birlikte

yapılmalıdır. Eğitimde salt din öğretmeye kalkarsanız ortada sadece ibadetler ve cezalar

kalır. Dini sosyolojisi, psikolojisi, felsefesi ve eğitimi ile birlikte öğretirseniz barış ve huzur

kaynağı olur. Türkler bu konuda bütün Müslümanlara örneklik etmişlerdir. İmam-ı Maturûdi,

İmam-ı Buharî(Uğur,1989)gibi Türk-İslam âlimleri İslam’ı en doğru şekilde anlamışlar ve

anlatmışlardır. Osmanlı’nın son döneminde maalesef salt din öğretimi yapılarak dünyaya

kapılar kapatılmış, açıldığında ise arada yüzlerce yıllık bir gelişmişlik farkı ortaya çıkmıştır.

Biz hala bu farkı kapatmaya çalışıyoruz. Milli kimliğinden ve değerlerinden uzaklaşan

nesillerin ülkelerine yapacağı fazla bir katkı yoktur.

Türklerde değer eğitimi hakkında dört somut örnek vermek istiyorum:

  1. Eski dönemlerde kız istemeye ya da bakmaya birkaç kişilik yetişkin gurubu

giderdi. Böyle bir gurup kıza bakmaya gitmişler. İkram, sohbet, muhabbetten

sonra kız evi düşünmek için mühlet istemiş. Evden ayrılırken evin girişinde

bulunan aynaya gözleri takılmış. Ayna toz içinde. Belli ki evin kızı temizliğe

dikkat etmiyor, kızı istemekten vazgeçecekler. Bu mesajı içlerinden şair olan

birisi aynanın tozu üzerine yazdığı bir beyitle şöyle veriyor:

Bakmaya geldik biz bu evin kızına,

Yazı yazdık aynasının tozuna.

Herhalde kızınızı istemekten vazgeçtik mesajı ancak bu kadar nazik, ince ve naif

verilebilir. Onlarca, yüzlerce sözden daha tesirli, kırıp dökmeden meram böyle

anlatılır. Türk milletinin ince zekâsının da bir ürünüdür bu olay.

  1. Türkiye Cumhuriyetinin ilk tıp fakültesi mezunlarından bir doktor hocamız,

büyüğümüz anlatıyor: Mezuniyetten sonra tayinim Konya’nın bir kasabasına

çıktı. Trenle günlerce süren bir yolculuktan sonra kasabaya ulaştık. Dağların

arasında toprak evlerden oluşmuş, bakımsız bir sağlık ocağı bulunan kasabadan

birkaç aile aşağıdan geçen demiryolunun yanına taşınmışlar. İstasyon binaları

ile küçük bir mahalle oluşturmuşlar. Kasabayı, sağlık ocağını gezdikten sonra

İstasyon bölgesine taşınan birisinin evinde misafir edileceğimi söylediler. Eve

geldik yedik, içtik benim yorgunluktan gözlerim kapanıyor. Akşam oldu yatmam

için hiçbir işaret ve hazırlık yok. Yatsı oldu yine aynı durum. Dayanamayıp ağzı

dualı, nur yüzlü ve köşede oturan nineye sordum:

  • Ne zaman yatacağız?
  • Tren gelsin yatarız. (Gece saatlerinde bir tren geçiyor bu istasyondan)
  • Trenle birisi mi gelecek. Bir tanıdığınızı mı bekliyorsunuz?
  • Yok evladım kimsemiz yok! Ama burası kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer.

89

 

Gece treni ile senin gibi bir Tanrı misafiri gelir ve burada inerse, etrafta ışığı

yanan bir ev göremezse hali nice olur, ne yapar buralarda? Biz her gün gece

trenini bekleriz içinde bir Tanrı misafiri geliyorsa karşılayalım, ağırlayalım

diye. Onun için bekliyoruz evladım.

Bunun üzerine söyleyecek bir sözümüzün olduğunu sanmıyorum. Her yer ışığı sönmeyen

evlerle, binalarla dolu ama artık Tanrı misafirleri yok, onları kabul edenler de yok. Bizim

milletimiz diğerkâmlığı, misafiri, kardeşliği böyle davranışlarla yeni nesillere aktarmıştır.

Sözden ziyade icraat ve davranış ortaya koyarak. Zaten değer öğretmede en etkili yöntem

de budur. Siz bu davranışı ve verdiği mesajı onlarca saat konuşma, ciltlerce kitap ile

yapamazsınız.

  1. İstanbul’da zil zurna sarhoş birisi sokakta sendeleyerek yürürken dolmuş

durağında Eyüp Eyüp diye müşteri toplamaya çalışan değnekçiye yaklaşarak:

Bana bak sen Eyüp Sultan’a Eyüp diyemezsin. Asker arkadaşın mı o senin. Eyüp

Sultan diyeceksin yoksa karışmam haaa diyor. Yoruma gerek bırakmayan bir

davranış örneği daha.

  1. Çocukluğumda ilkokulu yeni bitirmiştim. Babam beni bir haftalığına İstanbul’daki

amcalarımın yanına gönderdi. Amcam bir matbaada çalışıyordu. O gün beni de

götürdü yanında. Ömrümde ilk defa şehiri, matbaayı, denizi görmüştüm. Akşam

mesai bitince amcamla birlikte belediye otobüsü durağına gittik. Uzun bir kuyruk

vardı, yağmur yağıyor ve hava soğuktu. Önümüzde takım elbiseli, kravatlı,

eldivenli ve şemsiyeli bir bey vardı. Sırayla bindik biletçiye paraları ödeyerek,

herkes oturdu otobüs hareket etti. Bahsettiğim beyefendi yerinden kalkarak

biletçinin yanına geldi. Benden sonrakiler beklemesinler, üşümesinler diye acele

ettiğim için parayı öyle verdim çok özür dilerim dedi eldivenini göstererek. Ben

hiçbir şey anlamadım, neden özür dilediğine bir anlam veremedim. Yıllar sonra

üniversitede ahlâk, adâb-ı muaşeret konularına göz atarken anladım ki eldivenle

tokalaşmak, birine bir şey vermek ayıp sayılıyormuş bizim kültürümüzde. Adam

bunun için özür dilemiş.

Sonuç

İlk Türklerden bu yana milli ve dini değerlerin içselleştirilmesi için özel bir gayret

gösterilmiştir. Teorik boyutu ele alan yüzlerce belge ve kitap yazılmıştır. Ama Türklerde

değer eğitimi daima uygulamalı, rol model kişilik sergileyerek gerçekleştirilmiş ve böylece

töre, kültür, milli ve manevi değerler yeni nesillere aktarılabilmiştir. Son dönemlerde her

alanda olduğu gibi, değer öğretme ve öğrenmede ciddi sıkıntılar yaşamaktayız. Değer ve

değer ifade eden kavramların içini boşalttık. Sadece tavsiye, söz ve öğütle değer öğretilemez.

Değerleri dini ya da milli olarak bir gruplamaya da tabi tutamazsınız. Hepsi birlikte değerdir.

Maalesef günümüzde özellikle milli değerlerimiz, töre’miz bir erozyona uğradı ve değer

denilince sadece dini değerler anlaşılır oldu. Sadece din ve dini değerleri öğretmeye

kalkarsanız ortaya istenmeyen manzaralar çıkabilir. Kendilerini dini olarak tanımlayan ama

karşısındaki insanları hatta Müslümanları gözünü kırpmadan öldürebilen örgütler hep böyle

tek yanlı bir eğitimin ürünüdür. Türkler dünyada İslam’ı en iyi anlayan, yorumlayan ve

uygulayan bir millettir. En güzel tefsirleri, hadis ve fıkıh kitaplarını Türkler yazmışlar, İslam

dinini akla ve yaşanan hayata en uygun şekilde Türkler yorumlamışlardır. Bunun sonucunda

yüzyıllardır İslam’ın bayraktarlığını yapmışlardır. Maturûdi, Buharî, İbn-i Sinâ, Farabî,

Birunî bunlardan sadece birkaçıdır. Öncelikle ecdadımızı iyi tanımalı ve tanıtmalıyız. Nasıl

çalışıp ürettiklerini, yöntemlerini, hoşgörü anlayışını yeni nesillere aktarmalıyız. Değerleri

öğretirken töre’yi, milli kültürü de öğretmeliyiz ki yeni Farabî’ler, İbn-i Sinâ’lar, Biruni’ler,

Maturûdi ve Buharî’ler yetişsin. Tabii bu konuda ailelere, okullara ve basın-yayın organlarına

büyük sorumluluk düşmektedir.

Hepinizi saygı ile selamlıyor, organizede emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

90

monder@cumhuriyet.edu.tr

 

BİBLİYOGRAFYA:

1-ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1975.

2-KINALIZADE, Ali, Ahlak-ı Alai, Haz: Ayşe Sıdıka Oktay, İz Yayıncılık, İstanbul 2011.

3- AKYÜZ, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Pegem Akademi Yayınları, Ankara 2013.

4-ÖNDER, Mustafa, Türk Eğitim Tarihi, Anı Yayıncılık, Ankara 2014.

5-FARABİ, El Medinetü-l Fazıla, Çev: Ahmet Arslan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara

1990.

6-NİZAMÜ-L MÜLK, Siyasetname, Haz: M.Altay Köymen, Kültür Bakanlığı Yayınları,

Ankara 1990.

7-BOLAY, Mehmet.N, İbn-i Sina, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988.

8-GÖMEÇ, Saadettin, Türk Kültürünün Ana Hatları, Berikan Yayınevi, Ankara 2014.

9-TEKİNOĞLU, Hüseyin, Uygurlar, Kamer Yayınları, İstanbul 2015.

10-ROUX, J.Paul, Türklerin Tarihi, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2007.

11-ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1982.

12-ÖGEL, Bahaddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara 1991.

13-GÖKALP, Ziya, TürkMedeniyeti Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2015.

14-BORAY, F. Erden, Bilinmeyen Tarih ve Türkler, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2011.

15-MEB İslam Ansiklopedisi, “Türkler” Maddesi, C. 12/2, MEB Yayınları, İstanbul 1979.

16-TDV İslam Ansiklopedisi, “Türk” Maddesi, C.41, TDV Yayınları, İstanbul 2012.

17-ULUSOY, Kadir-DİLMAÇ, Bülent, Değerler Eğitimi, Pegem Akademi Yayınları, Ankara

2012.

18-YILMAZ, Kürşad, Eğitim Yönetiminde Değerler, Pegem Akademi Yayınları, Ankara

2008.

19-KESKİN, Yakup, “Değer Davranış İlişkisi”, Değerler ve Değerler Psikolojisi, Ed: Bülent

Dilmaç-H.Hüseyin Bircan, Pegem Akademi Yayınları, Ankara 2014.

20-BOLAY, S.Hayri ve Arkadaşları, Türk Eğitim Sistemi Alternatif Perspektif, TDV

Yayınları, Ankara 1996.

21- ÖNDER, Mustafa, “Eğitim-Kültür açısından Uygurların Dünyadaki Yeri ve Önemi”,

1.Uluslararası Türklerin Dünyası Sempozyumu Tebliği, 12-14 Mayıs 2017, Antalya.

22-ORTAYLI, İlber, Türklerin Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul 2015.

23-UĞUR, Mücteba, Buhari, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989.

24- EMRE, A.Cevat, Çocuklara Hikâye Anlatmak sanatı, MEB Yayınları, İstanbul 2000.

Yorum bırakın