İlk defa 1918 yılında Znaniecki tarafından sosyal bilimler alanına kazandırılan değer
kelimesi “değmek” kökünden “bir şeye karşılık olma” anlamında kullanılmaktadır. Sözlük
anlamı ise, bir şeyin tam karşılığı, kıymeti, sahip olduğu yüksek vasıf demektir. Değer
kavramı, kıymetli ve güçlü olmak anlamına gelen Latince “valere” kökünden türemiştir
(Keskin, 2014:105). Değer nedir? sorusu ilk çağlardan itibaren felsefenin konularından
birisi olmuştur. Filozoflar bu soruya cevap aramışlardır. Felsefenin bir dalı olan “aksiyoloji”
değerlerle ilgilenen bir alan olup, insanın yapıp etmelerini, bu davranışların sebeplerini,
ilkeleri ve değerleri araştıran bir alandır. Değerlerin var olup olmadıkları, var iseler ne tür
varlığa sahip oldukları, yapıları, nesnel veya öznel oldukları, kaynakları ve bir değeri değer
yapan şeyin ne olduğu aksiyoloji’nin alanına girmektedir. Bu nedenle aksiyoloji’ye “değer
felsefesi” de denilmektedir (Yılmaz, 2008:45)
Değer kavramının tam olarak neleri içerdiği konusunda bilim adamları arasında henüz
bir ittifak sağlanmış değildir (Yılmaz, 2008:44). Değer kavramının çok farklı disiplinlere
girmiş olması tanımını güçleştiren sebeplerden biridir. Her bilim dalı değer kavramını kendini
ilgilendiren boyutu ile ele almış, ilgilendirmeyen kısımlarını göz ardı etmiştir. Bu durum
da değer kavramının neleri içereceği konusunda tartışmalara yol açmıştır. Sosyal bilimler
açısından değer’leri önemli kılan husus, insan davranışlarını ele alması ve yorumlamasıdır.
Değerlerin genelleştirilmiş doğaları nedeniyle, aynı değerlere sahip kişiler arasında dahi
değeri oluşturan özgül normlar üzerinde ortak bir anlamlandırma mümkün olmayabilir.
Sosyal değerler mutlak değildir, bundan dolayı her zaman kişilerin ulaşabileceklerinden
daha yukarıdadırlar. Diğer bir ifade ile davranış ile değer arasındaki açıklık hiçbir zaman
tümüyle kapanmaz (Ulusoy-Dilmaç, 2012:5,6,13).
Değer tanımlarında daha çok, inançlar, eğilimler, normatif standartlar ve amaçlara
vurgu yapılmaktadır. Güngör’e göre değer; “bir şeyin arzu edilebilir veya edilemez olduğu
hakkındaki inançtır” (Ulusoy-Dilmaç, 2012:6). Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan
soyut ölçü, değdiği karşılık, kıymet, yüksek ve yararlı niteliktir şeklinde de tarif etmek
mümkündür (Ulusoy-Dilmaç, 2012:13).
Değerler bir toplumun tüm kesimlerini etkiler. Değerleri dikkate almayan bir eğitim
sistemi de “milli” olamaz. Değerlerin korunması, geliştirilmesi ve üretilmesinde en etkili
yol eğitimdir. Bu eğitimi şekillendiren ise aile, okul ve toplumdur. Milletin değer ve örfüne
duyarsız kalan bir eğitim sistemi, temelleri sağlam oluşturulmamış, sürekli taklit, nakil ve
reform bahanelerine sığınan bir sistemdir. Bu bahaneler ise aslında açık bir sistem olan ve
kendi kendini düzeltebilecek bir yapıya sahip olan eğitime dışarıdan müdahale sonucunu
doğurmaktadır.
Arzu edilebilen maddi, ,sosyal, ekonomik, sanatsal her şey bir değerdir. Değerler
daima bir arzunun ifadesi, arzu edenin duyarlılığını gösteren dinamikliği ihtiva eder. Eğer
bir nesneye karşı bizde bir arzu yoksa onun bizim için bir değeri de yoktur demektir. Fakat
dinamikliği sebebiyle değer kavramı daima pratik bir önem taşır. Değerler bu açıdan iradenin
ve eylemin tecrübesine bağlı olarak bir anlam kazanır (Bolay, 1996:117). Kalıcı olan ve
toplumun her kesimi tarafından benimsenen değerleri insanın kendisi oluşturabilir mi? Eğer
insan değişken olmasa ve sonlu olmasaydı bu mümkün olabilirdi. Ama insan, psikolojisi, ruh
yapısı itibarı ile çok değişken; maddi yapısı itibarı ile ölümlü yani geçicidir. Bu durumdaki
insanın kalıcı değerler yaratması mümkün değildir. Zaman ve mekân üstü olmayan bir
varlığın, kalıcı ve zaman üstü değerler yaratması mümkün değildir. İnsan mutlak varlık
değildir bu yüzden mutlak değer yaratamaz. Ürettiği değerler kalıcı tatmin de sağlamaz.
Değişmeyen değerlerin kaynağı değişmeyen mutlak varlıktır. Değerlerin kalıcılığı
biraz da verdiği doyuma ve huzura bağlıdır. İnsan eğitimin hem öznesi, hem de nesnesidir.
Eğitilmek için başkalarına muhtaçtır. Bir insanın kendini eğitmesi için kendine, özüne
87
dönmesi gerekir (Bolay , 1996:117,118). Değerler insanın tarih ve kültür varlığı olarak
kendini gerçekleştirmesi ve ne olduğunu bilip, soruşturması açısından da büyük önem taşır.
Değerlerin hem bilme hem de eylem bakımından insanın varoluş temeli olduğu söylenebilir.
Nesneleri değerli kılan, onlara değer yükleyen sadece insandır (Ulusoy-Dilmaç, 2012:16).
Eflatun ve Aristo gibi filozoflar erken çocukluk eğitiminde din ve ahlak eğitimini
çok önemsemezler. Buna karşın Farabi ve İbn-i Sina gibi Türk-İslam filozofları din ve ahlak
eğitimini erken çocukluk döneminde vazgeçilmez kabul ederler (Akyüz, 2013:6,7; Önder,
2015:72-80). Eğitimin amacı mutluluğu bulmak ve bireyi topluma yararlı hale getirmektir
diyen Farabi; öğretimi teorik bilgiler, eğitimi ise uygulama olarak tanımlar. Demonstrasyon
(göstererek öğretme) ve ikna yöntemlerinin kurucusudur. Ona göre iyi bir öğretmen,
ahlaklı, iyi karakterli, gönüllü ve alanında uzmanlaşmış olmalıdır. Öğrenci ise kavramların
anlamını bilmeli, kavradığı ve anladığının varlığını kabullenmeli ve bunları anlatabilmelidir.
Psikanalist yöntemin kurucusu olarak bilinen İbn-i Sina, çocuğun ilk eğitiminin ahlaki
ağırlıklı olması gerektiğini belirtir. Modern eğitim kuramlarının ortak görüşü olan “çocuk
oyunla öğrenir” tezini İbn-i Sina yaklaşık bin yıl önce ortaya koymuş ve 14 yaşına kadar
çocuğun mutlaka oyun oynaması gerektiğini vurgulamıştır. Eğitimi yaş guruplarına göre
ilk defa kategorize eden İbn-i Sina, eğitim yöntemlerini bizzat uygulamış ve ayrıntıları ile
açıklamıştır. Çocuğu ahlaki ve ruhsal yönden etkileyecek şiddetli olaylardan korumak gerekir
diyen İbn-i Sina; davranış ve zevk gelişimi için çocuğa müzik dinletilmesi gerektiğini de
söyler. Çocuğun eğitiminde görev alacak kişilerin de örnek davranışlar sergileyen, öğrenciyi
seven, ödüllendiren ve cesaretlendiren özelliklerde olması gerektiğini ileri sürer (Akyüz,
2013:28,29).
Değerler bilgi, duygu ve davranışların bir terkibi olduğu için, sadece bilgi boyutunda
kalan bir değerin hayata geçirilmesi mümkün görünmemektedir. Kültürün önemli
bileşenlerinden biri de değerlerdir. Değerler üretildikleri kültür ve toplumları şekillendiren
unsurlardır. Benimsenmiş olan değerler gelecek kuşaklara eğitim yolu ile aktarılmakta,
gelecek kuşaklar aktarılan bu değerlerle toplumsal ve bireysel ruhu oluşturmaktadır. Kişilerin
sosyalleşmesinde değerlerin önemli bir yeri vardır (Yılmaz, 2008:44).
Türklerde Milli Değerler ve Öğretimi
İlk Türklerden bugüne kadar değer öğretimi hem yazılı hem de sözlü olarak devam
etmiştir. Ancak Türklerde sözlü değer eğitiminden ziyade uygulamalı ve rol model davranışlar
sergileyerek değer öğretme öne çıkmıştır. Bu yöntem daha etkili ve kalıcı olmuştur. Hunlar,
Göktürkler ve Uygurlarda değerlerin öğretimi daha ziyade yaşanan hayatın içerisinde rol
model davranışlarla gerçekleşmiştir. Türklerde eğitimin temeli “töre” ye dayalıdır. Doğum,
ad koyma günleri törenler yapılırdı. Türklerin ilk yazılı eğitim belgeleri olan Orhun
Yazıtlarında yeni neslin eğitimi için dikkat çekici ifadeler vardır. “Çin milletinin sözü tatlı,
ipek kumaşı yumuşaktır. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatır….Çin milleti hilekar ve
sahtekar olduğu için küçük kardeş ile büyük kardeşi birbirine düşürür, ilini elden çıkarır”
(Ergin, 1975: 8-11).Uygurlarda yerleşik hayata geçiş ve din değişikliği örgün eğitimin
kurumsallaşmasına, Konfüçyüs öğretilerinin eğitimde ağırlık kazanmasına yol açmıştı
(Tekinoğlu, 2015; Roux, 2007). Türkler Müslüman olduktan sonra İslami değerlerin eğitimi
şekillendirdiğini görüyoruz. Karahanlılar döneminde önemli eserler kaleme alınmıştır.
Kaşgarlı Mahmut Divan-ı Lugati-t Türk, Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig, Ahmet Yesevi
Divan-ı Hikmet, Edip Ahmet YüknekiAtabetü-l Hakayık isimli eserlerini bu dönemde
yazmışlardır. Bu eserler ahlaki, dini, siyasi ve genel kültür içerikli temel eserlerdir ve eğitim
açısından son derece önemlidirler.
Sonraki dönemlerde Biruni, Farabi ve İbn-i Sina’yı görüyoruz. Bu üç Türk-İslam alimi tarihte
ilk defa eğitimi müstakil bir disiplin olarak kabul edip hakkında eserler yazmışlardır. Eğitime
geniş yer ayıran bu üç bilgin, batılı eğitimcilerden yüzyıllar önce yaş guruplarına göre eğitimi,
yöntemlerini, çocuk ve yetişkin eğitimini sistemleştirmişlerdir (Önder, 2014:61-81; Arslan,
88
1990:69-73). Selçuklular döneminde Nizamiye Medreseleri ve Ahi Teşkilatı yaygın ve örgün
eğitim kurumları olarak çok başarılı olmuşlar, dünya çapında şahsiyetler yetiştirmişlerdir.
Vezir Nizamü-l Mülk’ünSiyasetnâme si (Köymen, 1990), MevlanaCelaleddin’nin özellikle
Mesnevi si, Hacı Bektâş-ı Veli’nin MakalâtveNesâyih i, Yunus Emre’nin Risaletü-n Nushiyye
ve Divân’ı, Nasreddin Hoca’nın fıkraları Türk eğitim tarihinin başyapıtlarıdır. Günümüzde de
bu özelliklerini devam ettirmektedirler. Osmanlı döneminde bilhassa Fatih ve Süleymaniye
Medreseleri, Enderun Mektebi, Lonca Teşkilatı eğitim açısından başarılı olmuş kurumlardır.
Ancak gelişime ayak uyduramama, her konuya dini açıdan bakma, rüşvet, torpil, pozitif
ilimlerin kaldırılması gibi sebeplerle bu kurumlar çağın gerisinde kalmışlar ve önemlerini
kaybetmişlerdir (Akyüz, 2013:65,67,94). Osmanlı döneminde de dikkate değer bilginler
ve eserleri vardır. Kınalızâde Ali’nin Ahlâk-ı Alâi si, Yazıcıoğlu Kardeşlerin Ahmediye,
Muhammediye, Envârü-l Aşıkîn ı, Hacı Bayram-ı Veli’nin Fevâid’i bunlardan bazılarıdır
(Akyüz, 2013:119-135). Cumhuriyet döneminde de milli şuuru, töreyi öğretmeyi amaçlayan
çok önemli eserler yazılmıştır. Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ahmet Cevat Emre vb. nin bu
kitapları özümsenerek okutulmalıdır. Türklük şuurunu öne çıkaran bölümler seçilerek yeni
nesillere aktarılmalıdır.
Kültür aktarımı sadece dini değerlerle yapılamaz, töre ve milli değerlerle birlikte
yapılmalıdır. Eğitimde salt din öğretmeye kalkarsanız ortada sadece ibadetler ve cezalar
kalır. Dini sosyolojisi, psikolojisi, felsefesi ve eğitimi ile birlikte öğretirseniz barış ve huzur
kaynağı olur. Türkler bu konuda bütün Müslümanlara örneklik etmişlerdir. İmam-ı Maturûdi,
İmam-ı Buharî(Uğur,1989)gibi Türk-İslam âlimleri İslam’ı en doğru şekilde anlamışlar ve
anlatmışlardır. Osmanlı’nın son döneminde maalesef salt din öğretimi yapılarak dünyaya
kapılar kapatılmış, açıldığında ise arada yüzlerce yıllık bir gelişmişlik farkı ortaya çıkmıştır.
Biz hala bu farkı kapatmaya çalışıyoruz. Milli kimliğinden ve değerlerinden uzaklaşan
nesillerin ülkelerine yapacağı fazla bir katkı yoktur.
Türklerde değer eğitimi hakkında dört somut örnek vermek istiyorum:
- Eski dönemlerde kız istemeye ya da bakmaya birkaç kişilik yetişkin gurubu
giderdi. Böyle bir gurup kıza bakmaya gitmişler. İkram, sohbet, muhabbetten
sonra kız evi düşünmek için mühlet istemiş. Evden ayrılırken evin girişinde
bulunan aynaya gözleri takılmış. Ayna toz içinde. Belli ki evin kızı temizliğe
dikkat etmiyor, kızı istemekten vazgeçecekler. Bu mesajı içlerinden şair olan
birisi aynanın tozu üzerine yazdığı bir beyitle şöyle veriyor:
Bakmaya geldik biz bu evin kızına,
Yazı yazdık aynasının tozuna.
Herhalde kızınızı istemekten vazgeçtik mesajı ancak bu kadar nazik, ince ve naif
verilebilir. Onlarca, yüzlerce sözden daha tesirli, kırıp dökmeden meram böyle
anlatılır. Türk milletinin ince zekâsının da bir ürünüdür bu olay.
- Türkiye Cumhuriyetinin ilk tıp fakültesi mezunlarından bir doktor hocamız,
büyüğümüz anlatıyor: Mezuniyetten sonra tayinim Konya’nın bir kasabasına
çıktı. Trenle günlerce süren bir yolculuktan sonra kasabaya ulaştık. Dağların
arasında toprak evlerden oluşmuş, bakımsız bir sağlık ocağı bulunan kasabadan
birkaç aile aşağıdan geçen demiryolunun yanına taşınmışlar. İstasyon binaları
ile küçük bir mahalle oluşturmuşlar. Kasabayı, sağlık ocağını gezdikten sonra
İstasyon bölgesine taşınan birisinin evinde misafir edileceğimi söylediler. Eve
geldik yedik, içtik benim yorgunluktan gözlerim kapanıyor. Akşam oldu yatmam
için hiçbir işaret ve hazırlık yok. Yatsı oldu yine aynı durum. Dayanamayıp ağzı
dualı, nur yüzlü ve köşede oturan nineye sordum:
- Ne zaman yatacağız?
- Tren gelsin yatarız. (Gece saatlerinde bir tren geçiyor bu istasyondan)
- Trenle birisi mi gelecek. Bir tanıdığınızı mı bekliyorsunuz?
- Yok evladım kimsemiz yok! Ama burası kuş uçmaz, kervan geçmez bir yer.
89
Gece treni ile senin gibi bir Tanrı misafiri gelir ve burada inerse, etrafta ışığı
yanan bir ev göremezse hali nice olur, ne yapar buralarda? Biz her gün gece
trenini bekleriz içinde bir Tanrı misafiri geliyorsa karşılayalım, ağırlayalım
diye. Onun için bekliyoruz evladım.
Bunun üzerine söyleyecek bir sözümüzün olduğunu sanmıyorum. Her yer ışığı sönmeyen
evlerle, binalarla dolu ama artık Tanrı misafirleri yok, onları kabul edenler de yok. Bizim
milletimiz diğerkâmlığı, misafiri, kardeşliği böyle davranışlarla yeni nesillere aktarmıştır.
Sözden ziyade icraat ve davranış ortaya koyarak. Zaten değer öğretmede en etkili yöntem
de budur. Siz bu davranışı ve verdiği mesajı onlarca saat konuşma, ciltlerce kitap ile
yapamazsınız.
- İstanbul’da zil zurna sarhoş birisi sokakta sendeleyerek yürürken dolmuş
durağında Eyüp Eyüp diye müşteri toplamaya çalışan değnekçiye yaklaşarak:
Bana bak sen Eyüp Sultan’a Eyüp diyemezsin. Asker arkadaşın mı o senin. Eyüp
Sultan diyeceksin yoksa karışmam haaa diyor. Yoruma gerek bırakmayan bir
davranış örneği daha.
- Çocukluğumda ilkokulu yeni bitirmiştim. Babam beni bir haftalığına İstanbul’daki
amcalarımın yanına gönderdi. Amcam bir matbaada çalışıyordu. O gün beni de
götürdü yanında. Ömrümde ilk defa şehiri, matbaayı, denizi görmüştüm. Akşam
mesai bitince amcamla birlikte belediye otobüsü durağına gittik. Uzun bir kuyruk
vardı, yağmur yağıyor ve hava soğuktu. Önümüzde takım elbiseli, kravatlı,
eldivenli ve şemsiyeli bir bey vardı. Sırayla bindik biletçiye paraları ödeyerek,
herkes oturdu otobüs hareket etti. Bahsettiğim beyefendi yerinden kalkarak
biletçinin yanına geldi. Benden sonrakiler beklemesinler, üşümesinler diye acele
ettiğim için parayı öyle verdim çok özür dilerim dedi eldivenini göstererek. Ben
hiçbir şey anlamadım, neden özür dilediğine bir anlam veremedim. Yıllar sonra
üniversitede ahlâk, adâb-ı muaşeret konularına göz atarken anladım ki eldivenle
tokalaşmak, birine bir şey vermek ayıp sayılıyormuş bizim kültürümüzde. Adam
bunun için özür dilemiş.
Sonuç
İlk Türklerden bu yana milli ve dini değerlerin içselleştirilmesi için özel bir gayret
gösterilmiştir. Teorik boyutu ele alan yüzlerce belge ve kitap yazılmıştır. Ama Türklerde
değer eğitimi daima uygulamalı, rol model kişilik sergileyerek gerçekleştirilmiş ve böylece
töre, kültür, milli ve manevi değerler yeni nesillere aktarılabilmiştir. Son dönemlerde her
alanda olduğu gibi, değer öğretme ve öğrenmede ciddi sıkıntılar yaşamaktayız. Değer ve
değer ifade eden kavramların içini boşalttık. Sadece tavsiye, söz ve öğütle değer öğretilemez.
Değerleri dini ya da milli olarak bir gruplamaya da tabi tutamazsınız. Hepsi birlikte değerdir.
Maalesef günümüzde özellikle milli değerlerimiz, töre’miz bir erozyona uğradı ve değer
denilince sadece dini değerler anlaşılır oldu. Sadece din ve dini değerleri öğretmeye
kalkarsanız ortaya istenmeyen manzaralar çıkabilir. Kendilerini dini olarak tanımlayan ama
karşısındaki insanları hatta Müslümanları gözünü kırpmadan öldürebilen örgütler hep böyle
tek yanlı bir eğitimin ürünüdür. Türkler dünyada İslam’ı en iyi anlayan, yorumlayan ve
uygulayan bir millettir. En güzel tefsirleri, hadis ve fıkıh kitaplarını Türkler yazmışlar, İslam
dinini akla ve yaşanan hayata en uygun şekilde Türkler yorumlamışlardır. Bunun sonucunda
yüzyıllardır İslam’ın bayraktarlığını yapmışlardır. Maturûdi, Buharî, İbn-i Sinâ, Farabî,
Birunî bunlardan sadece birkaçıdır. Öncelikle ecdadımızı iyi tanımalı ve tanıtmalıyız. Nasıl
çalışıp ürettiklerini, yöntemlerini, hoşgörü anlayışını yeni nesillere aktarmalıyız. Değerleri
öğretirken töre’yi, milli kültürü de öğretmeliyiz ki yeni Farabî’ler, İbn-i Sinâ’lar, Biruni’ler,
Maturûdi ve Buharî’ler yetişsin. Tabii bu konuda ailelere, okullara ve basın-yayın organlarına
büyük sorumluluk düşmektedir.
Hepinizi saygı ile selamlıyor, organizede emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
90
BİBLİYOGRAFYA:
1-ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1975.
2-KINALIZADE, Ali, Ahlak-ı Alai, Haz: Ayşe Sıdıka Oktay, İz Yayıncılık, İstanbul 2011.
3- AKYÜZ, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Pegem Akademi Yayınları, Ankara 2013.
4-ÖNDER, Mustafa, Türk Eğitim Tarihi, Anı Yayıncılık, Ankara 2014.
5-FARABİ, El Medinetü-l Fazıla, Çev: Ahmet Arslan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
1990.
6-NİZAMÜ-L MÜLK, Siyasetname, Haz: M.Altay Köymen, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara 1990.
7-BOLAY, Mehmet.N, İbn-i Sina, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988.
8-GÖMEÇ, Saadettin, Türk Kültürünün Ana Hatları, Berikan Yayınevi, Ankara 2014.
9-TEKİNOĞLU, Hüseyin, Uygurlar, Kamer Yayınları, İstanbul 2015.
10-ROUX, J.Paul, Türklerin Tarihi, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2007.
11-ÖZTUNA, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1982.
12-ÖGEL, Bahaddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları. Ankara 1991.
13-GÖKALP, Ziya, TürkMedeniyeti Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2015.
14-BORAY, F. Erden, Bilinmeyen Tarih ve Türkler, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2011.
15-MEB İslam Ansiklopedisi, “Türkler” Maddesi, C. 12/2, MEB Yayınları, İstanbul 1979.
16-TDV İslam Ansiklopedisi, “Türk” Maddesi, C.41, TDV Yayınları, İstanbul 2012.
17-ULUSOY, Kadir-DİLMAÇ, Bülent, Değerler Eğitimi, Pegem Akademi Yayınları, Ankara
2012.
18-YILMAZ, Kürşad, Eğitim Yönetiminde Değerler, Pegem Akademi Yayınları, Ankara
2008.
19-KESKİN, Yakup, “Değer Davranış İlişkisi”, Değerler ve Değerler Psikolojisi, Ed: Bülent
Dilmaç-H.Hüseyin Bircan, Pegem Akademi Yayınları, Ankara 2014.
20-BOLAY, S.Hayri ve Arkadaşları, Türk Eğitim Sistemi Alternatif Perspektif, TDV
Yayınları, Ankara 1996.
21- ÖNDER, Mustafa, “Eğitim-Kültür açısından Uygurların Dünyadaki Yeri ve Önemi”,
1.Uluslararası Türklerin Dünyası Sempozyumu Tebliği, 12-14 Mayıs 2017, Antalya.
22-ORTAYLI, İlber, Türklerin Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul 2015.
23-UĞUR, Mücteba, Buhari, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989.
24- EMRE, A.Cevat, Çocuklara Hikâye Anlatmak sanatı, MEB Yayınları, İstanbul 2000.